Ooo, Rönesans mı dedin? Dur hele, hemen entelektüel gözlüğümü takayım, kahvemi yudumlayayım ve seni şöyle 14. yüzyılın İtalya’sına doğru ışınlayayım! Hazırsan başlıyoruz: felsefenin yeniden doğduğu, sanatın tavan yaptığı, insanların “Orta Çağ’daki gibi düşünmeyeceğiz artık ya!” diye ayağa kalktığı o şahane döneme…
Şimdi bak, “Rönesans” kelime anlamı olarak zaten “yeniden doğuş” demek. Ama bu doğuş öyle sessiz sakin “Aman bebek doğdu, hayırlı olsun” türünden değil. Resmen koca bir zihinsel devrim. 1000 yıl boyunca kafasını kara kilisenin gölgesine gömmüş Avrupa, bir sabah uyandı ve dedi ki:
“Ben artık kendi kafamla düşüneceğim, papa!”
“Ben de insanı çizeceğim ama çıplak olacak, kusura bakmayın.”
“Ayrıca kitap da basıyorum, herkes okusun, cehalet batsın!”
Ve böylece başladı felsefi olarak dünyanın en havalı “geri dönüşü”…
Rönesans Öncesi: Karanlıkta El Feneriyle Felsefe Yapmaya Çalışmak
Orta Çağ neydi? Kabaca şöyleydi:
• Felsefe mi yapmak istiyorsun? Önce kiliseye sor.
• Bilimsel bir şey mi keşfettin? Aman ha, yakarlar.
• Evrenin merkezinde dünya mı var? Tabii canım, başka ne olabilir ki?
Yani koca insanlık, sanki “mantık” kelimesini yeni duymuş gibiydi. Her şey Tanrı merkezliydi. Bu tabii ki felsefeyi de boğdu. Düşünsene, Sokrates mezarından kalksa “Ben sadece soru sordum” dese, yine taşlanırdı.
Ama Sonra Rönesans Geldi: “Artık Düşünmeye Başlıyoruz!”
İşte Rönesans, bu kara döneme felsefi bir “ışıklandırma sistemi” kurdu. Bir gün biri dedi ki:
“Arkadaşlar, şu eski Yunan felsefesini hatırlıyor musunuz? Platon, Aristoteles falan? Bunlar çok sağlam çocuklardı ya…”
Ve insanlar “Aaa evet yaa!” deyip antik Yunan metinlerini çevirmeye, tekrar tartışmaya başladılar. Felsefe, yeniden akıl, gözlem, insan eksenine oturdu.
Peki Rönesans Felsefesi Ne Diyor?
- İnsan merkeze alınır.
Orta Çağ’da “İnsan nedir?” sorusunun cevabı genellikle şöyleydi: “Günahkâr.”
Rönesans’ta bu cevap değişti:
“İnsan, düşünür, yaratır, sorgular ve Michelangelo gibi tavan boyar!”
İnsan, artık pasif bir kul değil, aktif bir bireydi. Kendi iradesi vardı. Kaderin önünde ağlayan biri değil, hayatı kendi elleriyle şekillendiren bir varlık!
- Antik felsefeye dönüş
“Platon ne demişti ya, hatırlıyor musun?” diye başlayan sohbetler arttı. İnsanlar Aristoteles’i Latince’den çevirmeye, Platon’un mağara benzetmesini tartışmaya başladı. Yani resmen felsefede nostalji rüzgârı esti.
- Sekülerleşme başlar (Ama papazlar üzülmesin, tamamen değil)
Dini düşünce tamamen yok olmadı ama artık insanlar şunu demeye başladı:
“Tanrıya inanıyorum ama ben bir de kendi gözümle gökyüzüne bakmak istiyorum. Belki evrenin merkezi Güneş’tir?”
(Ptolemaios bu cümleyi duyunca bayılmış olabilir.)
- Sanat + Felsefe = BAM!
Leonardo da Vinci gibi dâhiler çıktı ortaya. Adam hem ressam, hem mucit, hem anatomi uzmanı, hem de “Hmm, insan nedir?” diye soran bir filozoftu. Tam anlamıyla insan zekâsının “bütüncül” kullanımıydı. Multitasking’in atası!
Bazı Rönesans Felsefecileriyle Tanışalım (Kafamız Karışmasın Diye Samimi Tanıtımlar)
• Pico della Mirandola:
“İnsan her şey olabilir!” diyen bir motivasyon konuşmacısı gibi. “İnsanın değeri onun özgürlüğündedir” der. Bugünkü TEDx konuşmalarının atası sayılır.
• Erasmus:
“Deliliğe Övgü” yazarı. Olaylara biraz ironik yaklaşır. Dine inanır ama kiliseyi hafiften iğneler. Yani hem inançlı hem de sorgulayan… Düşünsene, bugünün “Tatlı sert eleştirmenleri” gibi.
• Machiavelli:
“Hedefe ulaşmak için her yol mübah” diyerek siyaset dünyasına sağlam bir yumruk atar. Politikacıların gizli başucu kitabı Prens’i yazmıştır. Onunla otursan “İyilik güzeldir ama biraz da kurnaz ol be kardeşim” der.
Rönesans Felsefesinin Arkasında Ne Vardı?
1. Matbaanın keşfi – Bilgi artık sadece soylulara ya da din adamlarına ait değil. Herkes okuyabilir. Facebook yok ama kitap var!
2. Coğrafi keşifler – Dünya düz değilmiş, limon gibiymiş. Okyanus ötesinde de insanlar varmış. İnsanlar “Acaba başka inançlar, başka yaşam biçimleri de olabilir mi?” demeye başladı. Ufuk genişledi, kafa da açıldı.
3. Sanatın yükselişi – Sanat sadece estetik değil, aynı zamanda felsefi bir arayış oldu. Raffaello’nun “Atina Okulu”na bakarsan, Platon’la Aristoteles’i kavgaya tutuşturmuş gibi resmetmiş. Resmen bir tablo, felsefe dersine dönüştürülmüş!
⸻
Sonuç: Rönesans, Felsefeyi Yeniden Ayaklandırdı
Rönesans felsefesi bize şunu fısıldar (ama güzel bir İtalyan aksanıyla):
“Ey insan, sen düşün! Sorgula! Sanatı sev, bilimi merak et. Başkalarının dediğine körü körüne inanma. Evrenin sırlarını çöz, ama kendini de unutma!”
Yani hem gözünü teleskopa dik hem de yüreğini sorgulamalara aç. Çünkü bilgi sadece yıldızlarda değil, ruhunun derinliklerinde de saklı.
Evet dostum, Rönesans felsefesi böyle şahane bir başkaldırıydı. Bir devrin “karanlıkta düşünememek” halinden, “aydınlıkta özgürce düşünmek” haline geçişiydi.
Sen de şimdi o dönemin torunusun belki de; belki de içindeki düşünür hâlâ Michelangelo’nun tavanına bakıyor ve soruyor:
“Ben kimim ya, ne oluyor bu dünyada?”
Editör notu: Bu yazıyı okudun, Rönesans’a gittin geldin. Eğer hâlâ ‘Ben felsefe sevmem’ diyorsan, seni Erasmus’la bir kahveye bekliyoruz. Kendine çok iyi bak, aklını seversen felsefeyle sulamayı unutma!