17. yüzyılda bir varoluş krizi yaşasaydınız, bu filozoflarla bir çay içerdiniz.
Dikkat! Bu yazı biraz Tanrısal, biraz matematiksel, biraz da ‘Ben niye bu kadar düşünüyorum ya?’ dedirtecek cinsten. Çünkü Barok felsefe bu: duyguyla aklın flört ettiği, mantığın göz kırptığı dönem!
Barok dendi mi akla ilk gelen şey nedir? Kıvrımlı sütunlar, gösterişli tablolar, ihtişamlı müzikler… ama dur! Biz burada felsefesinden konuşacağız. Yani o koca peruklu adamların sadece sanatta değil, düşüncede de epey şatafatlı oldukları zamanlardan. Hadi bakalım: sahne ışıkları açılıyor, düşünceler dans etmeye başlıyor!
Sahne 1: Zaman Karışık, Düşünceler Barok!
17. yüzyıl… Avrupa karışık. Bilim patlamış, kilise “şok oldum, şu an işlemiyorum” modunda. Galileo teleskobuyla yıldızları izliyor, ama bir yandan da Engizisyon’un radarına takılıyor. Sanatta Barok var — abartılı, dramatik, duygusal. Ve bu ruh hali, felsefeye de sıçrıyor. Çünkü her şey gibi düşünceler de zamanın modasına uyuyor.
Barok felsefe işte tam burada doğuyor: “Bir yanda Tanrı, bir yanda akıl… Hadi buyur, şimdi karar ver!”
Sahne 2: Descartes — “Düşünüyorum öyleyse… Düşünüyorum işte!”
Barok dönemin en cool filozoflarından biri: René Descartes. Kendisini düşünce dünyasının dekorcusudur diyebiliriz. Bomboş bir sahne hayal ediyor, sonra “Önce her şeyi bir yıkayalım, ne gerçek ne değil ayıralım,” diyor. Ve sonuç?
“Cogito, ergo sum.”
Yani “Düşünüyorum, öyleyse varım.”
Sanki “Uyanığım, çünkü kahve içtim” gibi bir motto ama dönemin ruhuna uygun.
Descartes, Tanrı’nın varlığını bile geometrik ispatlamaya çalışıyor. Her şeyi akılla temellendirme derdinde ama aynı zamanda inançtan da kopmuyor. O Barok gelgit tam burada başlıyor işte: “Hem inançlıyım hem rasyonelim. Hadi bakalım…”
Sahne 3: Spinoza — “Tanrı? Evren mi demek istedin?”
Baruch Spinoza, Barok felsefenin en “sakin ve derin” karakteri. Hani herkes tartışır, o kenarda cam siler gibi sessizce evreni çözer.
Spinoza’ya göre Tanrı evrendir, evren Tanrıdır. Yani bu ikisi ayrılmaz. Evrenin matematiksel bir düzeni vardır ve biz bu düzene uyum sağlayarak özgürleşiriz.
Ama özgürlük dediğimiz şey… öyle Instagram bio’suna yazılan gibi bir şey değil. Spinoza’ya göre özgürlük, doğanın zorunluluğunu anlamaktır.
“Ben özgürüm çünkü başka türlü olamayacağını biliyorum.”
Çok mantıklı ama biraz iç karartıcı, kabul edelim.
Sahne 4: Leibniz — “Bu evren? En iyisi bu, hem de tüm olasılıklar içinde!” (Evrenin Polyanna’sı iş başında!)
Ve perdeyi kapatmadan önce son filozofumuz: Gottfried Wilhelm Leibniz
Kendisini biraz fazla iyimser ilan edebiliriz. Ona göre Tanrı, tüm olası evrenler arasından en iyisini yaratmıştır.
Evet, şu an okula geç kaldığın, internetin çekmediği, ütüsüz gömlekle sınava girdiğin evren… en iyisi!
Ama Leibniz’e göre olay şu: Görünen tüm kaosa rağmen, evren mantıklı ve düzenlidir. Her şeyin bir nedeni vardır (buna “yeter neden ilkesi” diyor) ve her şey ilahi bir planın parçasıdır. Yani içten içe her şey yolunda, sadece sen planın tamamını göremiyorsun. (Kader yazısına göz kırpıyor!)
Kapanış Perdesi: Barok, Duygusal Ama Düşünceli Bir Dönem
Barok felsefe, aslında kalbin ve aklın birlikte dans ettiği bir dönem. Gösterişli düşünceler, abartılı sorular ve bol bol “hmm” dedirten cevaplar…
Tanrı ile akıl arasındaki o gelgitli ilişkiyi anlamaya çalıştılar. Biz de onları anlayarak kendimizi anlamaya başladık.
———
Editör Notu:
Barok felsefesi, biraz tiyatro, biraz matematik, bolca “ben kimim ya?” sorusu içerir. Duygularla aklı bir araya getiren bu filozoflar sayesinde bugün hâlâ düşünüyor, sorguluyor ve bazen “bu evren gerçekten en iyisi mi?” diye iç geçiriyoruz. Kendine iyi bak, hem mantıklı hem dramatik kal — tıpkı Barok gibi!
