“Kendi olmak, insanın olmak istemediği kişi olmasıdır.” – Kierkegaard
Bu satırı okuyunca hemen gaza gelip hayatını sorgulamaya başladıysan, geçmiş olsun… Kierkegaard etkisine hoş geldin! Bu yazıda birlikte hem varoluşu tartışacağız hem de içimizdeki “melankolik ama derin düşünen” kişiye el sallayacağız. Hazırsan Kopenhag sokaklarında varoluşsal yürüyüşe çıkıyoruz.
⸻
Kierkegaard Kimdir? Bir Filozof mu, Bir Yazar mı, Bir Aşık mı? Evet.
Søren Aabye Kierkegaard, 1813’te Danimarka’da doğmuş, hayatı boyunca “Ben buraya düşünmeye geldim” diyerek yazmış durmuş bir filozoftur. Ama klasik filozoflardan farklı olarak, onun kitapları bir akademik “aaayyy Kant ne dedi burada” havasında değil. Aksine, duygulu, samimi, hatta yer yer ironiktir.
Kierkegaard aslında felsefeye değil, doğrudan hayata kafa yorar. Ama öyle hafif bir şekilde değil… Bildiğin, geceleri battaniyeye sarılıp “Ben kimim, neden varım?” diye düşünenlerin patronudur.
⸻
Varoluşçuluğun Babası (Ama Bu da Çocuğun Adını Koymamış)
Bugün “varoluşçuluk” deyince akla Sartre, Camus falan gelir. Ama çoğu kişi bilmez ki bu işin öncüsü Kierkegaard’dır. O, insanın kendi varlığını sorgulaması, özgür irade, kaygı, seçim ve anlam gibi konulara eğilen ilk büyük filozoftur.
Ama kendisi “Ben varoluşçuyum” falan dememiştir. Çünkü Kierkegaard’a göre anlamı başkalarının koyduğu kelimelerden değil, insanın kendi iç mücadelesinden çıkar.
⸻
“Estetik”, “Etik” ve “Dinsel” Yaşam Aşamaları: Hayat Üç Perdelik Bir Dramadır
Kierkegaard’a göre hayat üç farklı yaşam tarzıyla yaşanabilir:
- Estetik Yaşam
“Carpe diem!” diyenlerin yaşadığı evre. Haz, eğlence, sanat, aşk, TikTok… (şaka şaka, o kadar da değil).
Ama bu hayat tarzı insanı eninde sonunda can sıkıntısı ve anlamsızlık duygusuna sürükler. Kierkegaard buna “melankoli” der. (Ve o bu duyguda çok iyidir.)
- Etik Yaşam
“Artık büyüdüm, sorumluluk almalıyım” diyenlerin dünyası.
Burada birey ahlaki bir çaba gösterir, doğru olanı yapmaya çalışır, kendini disipline eder.
Ama yine de bir şeyler eksiktir… Çünkü hayat hala tamamlanmamıştır.
- Dinsel Yaşam
En derin evre.
Burada insan Tanrı’yla kişisel bir ilişki kurar. Ama bu kolay bir süreç değildir.
Kierkegaard buna “iman sıçrayışı” der. Akıl yetmez, mantık susar, kalp atar.
Bu üç aşama arasında geçiş kolay değildir, hele sonuncusu… tam bir “uçurumun kenarında sıçrama” hissi.
⸻
Korku ve Titreme: Hz. İbrahim ve İman Denen O Büyük Çıkmaz
Kierkegaard’ın en ünlü eserlerinden biri olan Korku ve Titreme, aslında sadece bir peygamber hikayesi değildir.
Bu kitapta Kierkegaard, inanmanın ne kadar korkutucu ve irrasyonel olabileceğini gösterir.
Tanrı, Hz. İbrahim’den oğlunu kurban etmesini ister. Mantık, ahlak, vicdan… hepsi İbrahim’e “Hayır!” der. Ama o yine de iman eder. Çünkü iman, mantığın ötesine geçmeyi gerektirir.
Yani: “Gerçek inanç, her şey saçma geldiğinde bile inanmaktır.”
⸻
Kierkegaard ve Aşk: Regine Olmadan Bu Felsefe Olmazdı
Kierkegaard’ın hayatının merkezinde bir kadın var: Regine Olsen.
Onu çok sever, onunla nişanlanır… ama sonra terk eder.
Neden mi? Çünkü onunla evlenirse felsefe yapamayacağını düşünür.
(Burada hep birlikte gözlerimizi devirebiliriz.)
Ama acısı gerçek. Yazılarındaki o melankoli, yalnızlık ve aşk hep Regine’yle yaşadığı travmanın yankısıdır.
⸻
“Ya – Ya Da” (Enten – Eller): Karar Vermek = Var Olmak
Bir Kierkegaard klasiği: Ya – Ya Da.
Bu eser, insanın hayatını şekillendiren seçimlere odaklanır.
Bir yolda yürümek, diğerinden vazgeçmektir.
Ama burada Kierkegaard gaza gelir ve der ki:
“Seçim yapmamak da bir seçimdir. Ve en kötüsüdür.”
Yani hayat, Netflix menüsü gibi: Saatlerce bakmak yerine bir dizi seç ve başla. Yoksa yaşlanırsın.
⸻
Kendini Kierkegaard Gibi Hissediyorsan…
Hayat bazen üst üste gelen sınavlar, başkalarının “Sen bu değilsin” bakışları ve “Ben gerçekten kimim?” diye sorduğun o uykusuz gecelerden ibarettir.
İşte o anlarda içinden biri çıkar ve şöyle der:
“Merhaba, ben Søren. İçinde bulunduğun bu kriz ortamını çok iyi bilirim.”
Evet, karşınızda felsefenin düşünceli romantik çocuğu, melankolinin soyut prensi: Kierkegaard.
Hadi bakalım… Hem düşünmeye hem biraz acı çekmeye hazır mısın?
(Şaka şaka, çok da acı çekmeyeceğiz. Belki biraz… ama sanat için değer!)
Kierkegaard’la Bir Kahve İçmek İster Miydin?
Kierkegaard bugün yaşasa, muhtemelen seninle bir kafeye oturur, elinde defteriyle sana şöyle bakardı:
“Senin de içinde bir kaygı var. Saklama. Onu yaz. Onu düşün. Çünkü sen sıradan biri değilsin; sen varoluşunu sorgulayan birisin.”
Ve evet, belki hayat sonsuz anlamlar sunmaz, belki seçim yapmak zordur, belki bazen hiçliğe düşüyormuş gibi hissedersin. Ama en azından artık yalnız değilsin.
Çünkü Kierkegaard var.
Çünkü bu blogda senin gibi düşünen başka insanlar da var.
Ve çünkü… her şey “ya – ya da” değil. Bazen “hem düşün, hem gülümse” de olabilir.
⸻
Editör Notu:
Eğer bir gün yalnız hissedersen ve “Ben nereye aitim?” diye sorarsan, Kierkegaard yanına oturup şöyle der:
“Kimse ait değil. Ama birlikte düşünebiliriz.”
Bu yazıyı yazarken kalbimde biraz Kierkegaard, biraz kahve, biraz da “Hayat neden bu kadar tuhaf?” sorusu vardı.
Eğer buraya kadar geldiysen, seni tebrik ederim.
Zihninle düşünmeyi, yüreğinle yazmayı, seçmeyi, sorgulamayı seviyorsan… bu blog senin yerin.